26 Ağustos 2007 Pazar
Aydınlık ile Mutluluğun Tehlikesi
......
Yolcular artık yüzlerini önlerindeki yolculuğa çevirmişlerdi; güneş önlerindeydi, gözleri kamaşıyordu çünkü hepsinin gözleri yaşlarla doluydu. Gimli açık açık ağlamaktaydı.
"En zarif olana son kez baktım" dedi, yol arkadaşı Legolas'a. "Bundan böyle, onun armağanından gayri hiç bir şeye zarif demeyeceğim." Elini göğsünün üzerine koydu.
"Söyle Legolas neden ben bu Macera'ya atıldım? Asıl tehlikenin nerede olduğundan bihabermişim! Elrond yolda ne ile karşılaşacağınızı önceden bilemezsiniz dediğinde ne kadar haklıymış. Benim için tehlike dediğin karanlıkta çekilen eziyetti, bu da beni yolumdan alıkoymuyordu. Fakat aydınlık ile mutluluğun tehlikesini bilseydim gelmezdim. Şimdi bu ayrılıkta en büyük yaramı aldım ben, hemen bu gece dosdoğru Karanlıklar Efendisi'ne gitsem bile bir şey farketmez artık. Vah sana Glòin oğlu Gimli!"
"Hayır!" dedi Legolas. "Vah hepimize! Vah dünyaya bu sonraki günlerde ayak basmış olan herkese. Çünkü böyle işte bu: kayığı nehir üzerinde akıp gidenler bulup da kaybetmiş gibi oluyor. Fakat bence sen talihlisin Glòin oğlu Gimli: Çünkü sen kendi özgür iradenle yaptığın seçim yüzünden kaybının acısını çekiyorsun; başka bir seçim de yapabilirdin. Lakin grup arkadaşlarını yüzüstü bırakmadın; en azından, Lothlòrienin hatırası gönlünde sonsuza kadar lekelenmeden ve berrak kalacak; bu hatıra ne solacak ne de kuruyacak.
"Belki," dedi Gimli; "sözlerin için de teşekkür ederim sana. Doğru sözler bunlar kuşkusuz; yine de bu tür teselliler hep soğuk kalıyor. Gönlün arzuladığı şey hatıralarda değil. İsterse Kheled-zâram kadar berrak olsun, hatıra gene de bir aynadır ancak. Ya da böyle diyor Cüce Gimli'nin gönlü. Elfler bunu başka türlü görebilirler. Hatıraların onlar için bir rüyadan çok, uyanıklık gibi olduğunu işitmiştim. Cüceler için öyle değildir."
.....
Bu lafların üzerine ahkam kesmek bana pek doğru gelmiyor. Ama bir şeyler söylemeden de duramıyorum.
Aydınlık ile mutluluğun tehlikesi!
Ne olursa olsun nehir akmaya devam ettikçe, gerekiyorsa kendi yapacağımız seçimlerle en zarif olanı bile geride bırakalım. Çünkü bize ihtiyacı olan insanlar var; ve hayatın bizim için neler tasarladığını Tek Olan'dan başkası bilemez.
Cücelerin en zarifine ve Elflerin en dost canlısına.
8 Ağustos 2007 Çarşamba
Ay'daki Adamı Namaza çağırmak...
O kadar çok duygu var ki, boşluğa dağılan. Neil Armstrong uzayda ezan sesi duymuş ya, daha sonra Müslüman olmuş mudur bilemeyeceğim ama gelmek istediğim nokta, sesler uzay boşluğunda kaybolmuyorlarmış. Eğer sonsuza dek “orada” kaldığını düşünürsek ürkütücü bir senaryo çıkıyor ortaya. Hatta bununla ilgili bir film bile yapabilirlermiş…
İşte ya bu duygular da hiçbir zaman kaybolmuyorsa evrenden? Hadi, somut bir şeye hissedilenleri geçelim, bilmediğimiz şeylere, özlemini duyduğumuz, arzuladığımız şeylere duyduğumuz duygular o kadar fazla ki. Örneğin yoğun bir sevgi, bir özlem var, hiç tanımadığımız ama tam da evlenmeye karar verdiğimiz zaman tanışmayı umduğumuz – aslında kendimizi kandırmanın en tatlı-ekşi ürünlerinden olan - ruh eşimize karşı duyduğumuz… Sevginin, arzunun boşluğa bir hiçliğe dağılması.. Bence büyük bir kayıp. Eğer bunlar uzayda bir yerlerde birikiyorlarsa, ezanı duyan(!) Armstrong gibi, oradan geçecek ilk insanı inanılmaz bir macera bekliyor. Belki de Koku romanında olduğu gibi o “talihsiz” astronot dünyaya geldiğinde çevredeki insanlar onu aşklarından parçalayacaklar.
Kısaca anlatmak istediğim, insanın tarif edilemez derecedeki sevgiyi, özlemi, nefreti ve öfkeyi sanal da olsa bir yere doğrultamaması pek sakatlayıcı bir deneyim. Çünkü bol keseden boşluğa bu duyguları dağıtan kişi, bunları sağlıklı bir şekilde somut bir varlığa doğrultmakta zorluk çekecektir; ya hiç kimsenin bunları haketmediğini düşünerek, kalın kabuğun altında atlatacaktır baharı, ya da önüne çıkan ve nesneye benzeyen herhangi bir şeyin imgesini bombardmana tutacaktır.