Cennet, hiçliğin tam karşısına dikilmiş duruyor. Sonsuzluk ve hiçlik. Birinde insanlar ruh bedenlerinden ayrılıp, şarap dolu altın kadehler yudumlayıp, huzur dolu bir sesle akan çağlayanın yakınında, bir ağacın altında aşk yaşayacaklarını düşünüyorlar. Ötekinde ise bedenin verdiği tüm eserlerle birlikte ve insanın hafıza denen nöronlardan oluşan yapısıyla birlikte çürüyeceğini, unutulacağını iddia ediyorlar.
İlkine inanmak huzur verirken, ikincisinin gerçek olma ihtimalinin yüksekliği korkutuyor. İlkine inansam da, ikincinin gerçek olduğunu biliyorum. Tek tutunma yerim, gerçeklerin bu dünyaya ait olması. Yani bu dünyada çürüyebiliriz, unutulabiliriz. Zaten yaşarken bu kadar unutulmaya alışmışken, ölümüzdeki unutulma bizi niye korkutsun. Mucizelere inanmadığım şu dünyada ölüme inanıyorum, belki de tek mucize olan ölüme. İşte ölümü de çok salak nedenlere dayanarak bir mucize ilan ettim. Belki de gerçeğin kapsama alanından çıktığımızda, bizi kucaklayacak bir hakikat vardır. Lucretius’un dediği gibi
"ben varken ölüm yok ,
ölüm varken ben yokum ,
o halde korkacak ne var?"
Evet o halde korkacak ne var?
Bu kadar felsefi zırvayı (dikkat! Zırva olan felsefe değil, benim anlattıklarım.) yapmamın sebebi David Bowie’nin Space Oddity’si. Sözlerinden bir bölüm paylaşayım da siz de hayava girin benle birlikte:
“Kara Üssünden Binbaşı Tom’a
Gerisayıma başlıyoruz, motorlar açık
Ateşleme sistemini kontrol et, Tanrı’nın sevgisi üzerinde olsun
On, dokuz, sekiz, yedi, altı, beş, dört, üç, iki, bir, ateş!
…..
…..
Binbaşı Tom’dan Kara Üssüne
Dışarı adımımı atıyorum
ve olağandışı şekilde havada yüzüyorum
ve yıldızlar bugün buradan çok değişik görünüyor
Bir konservede mi oturuyorum
Dünyanın çok üzerinde
Dünya gezegeni mavi (not : aynı zamanda bu renk kederi temsil ediyor)
Ve yapabileceğim hiç bir şey yok
.....
.....
Kara Üssünden Binbaşı Tom’a
Sinyalin ölmeye başladı, bir şeyler yanlış
Beni duyabiliyor musun, Binbaşı Tom
Beni duyabiliyor musun, Binbaşı Tom
Beni duyabiliyor musun, Binbaşı Tom
Beni......“
Bu şarkının altında başka anlamlar yatsa da, bana Armageddon’u ve Danny Boyle’un ilginç filmi Sunshine’ı hatırlattı. Orada kendini feda eden baba Bruce Willis, ve “güneşi kurtarmaya“ giden iki uzay gemisinin toplam 16 kişilik ekibine ne oldu? Başka şartlar altında olsa cennete gitmiş olabilirler. Ama uzay gibi bir sonsuzluğun içerisindeyken, aklıma en çok gelen kavram hiçlik. Sonsuz evrende, bir atom kadar bile değeri olmayan insanlar (tabii ki atomların patlayarak dünyanın kaderini değiştirebildiğini biliyorum ve kendi kendimi konudan saptırıyorum, döneyim) ne olabilir ki? Dünyada bir numaralı müdahaleci, çoğu denklemin en önemli faktörü iken, evrende denkleme dahil edilmemize bile gerek yok. 1 sonsuzluğun içerisinde ne fark yaratabilir, ya da 5 milyar?
Binbaşı Tom artık yokoldu, sonsuza kadar. SONSUZA kadar HİÇ oldu.