Geçen yazımda istediklerimi anlatamamıştım. Birşeyler anlatmıştım ama bunlar istediklerim miydi bilmiyorum. Ve şimdi devam etmeye çalışayım. Tam da Mutluluk’a 30’dan az saat kalmışken böyle bir yazı yazmak istemezdim. Ama, işin doğrusu daha çok yazabilmeyi, anlatmayı isterdim.
Neyse konuya dönelim. Kitaplar ve filmler bizi nasıl da kandırıyor? Duygularımızla oynuyorlar, dünyayı çarpık gösteriyorlar. Bakınız Dostoyevski’nin Beyaz Geceler’ine. Okuyalı çok oldu, ama bilmeyenler için kısa bir özet: Çok yalnız bir adam, o kadar yalnız ki, yürüdüğü yollarda, her binaya bir isim koymuş. Yalnızlıktan bunaldığı için çıktığı gece yürüyüşlerinden birinde, sanıyorum, sokakta birileri tarafından rahatsız edilen bir genç hanımefendiye (ismi de Nastenka’ydı sanırım. Yanlışım varsa düzeltin lütfen), koluna girerek evine kadar eşlik ediyor. Daha sonra bizim yalnız adamımız ile genç kız günlerce süren hoş bir muhabbet yaşıyorlar. Derken genç kızımızı mutsuz eden sebep, “terkettiği sanılmış, kayıp sevgili” gelir ve asıl adamımız evlerle muhabbetine kaldığı yerden devam eder. Konu basit olarak böyle. Okuduğum en güzel romanlardan biriydi.
Şimdi sokakta böyle bir insan görseniz, durup kafanızı çevirir misiniz bile? Bilseniz dünyanın en yalnız adamı karşı binada oturuyor ve sizin apartmana bir isim takmış. Kapısını çalıp hikayesine “ortak olmak” ister misiniz? Pek sanmıyorum. Ama neredeyse (kitap okumayı seven)hepimiz, bu adamın hikayesini anlatan romanı okumak isteriz.
Dediğim gibi romantik hikayenin, gözlemci olarak eğer içinde olsaydık, hikaye hiç de bu kadar çekici gelmezdi. Bu hikayenin bu kadar romantik ve çarpıcı gelmesinin sebebi Dostoyevski’dir. Hikaye ister gerçek olsun, ister olmasın yine de estetik anlatıcıdadır.
Örneğin, sen modern dünyanın şanssız insanı!, karar versen, gitsen Hindistan’a, Çin’e, Japonya’ya, Sahra çölüne, kendini bulmak için. Biri senin hikayeni anlatmadıktan sonra, kimsenin umrunda olmazsın. Ne olur peki? Gezmiş olursun ve gerçekten başarıya yaklaştıysan bence kendini bulmaz, kendini “kabul etmiş” olursun. Ama insanların doğal olarak hiç de umrunda olmaz (pek tabii mükemmel bir reklam stratejisiyle ünlü yapılmazsan). Eğer bir gün bir “kitap” yazacak olursan, veya çoğumuz için, “kitabının filmi” çekilirse hep beraber paylaşırız hikayeni. Deriz ki “ah ne macera”, nasıl bir “iç yolculuk”, “çok şey öğrendim!”. Ama o zamana kadar yalnız başınasın.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder