13 Haziran 2008 Cuma

Başlıksız, hikayemsi

“Up with the sun, gone with the wind,
she always said I was lazy
Leavin' my home, leavin' my friends,
Runnin' when things get too crazy.
Out on the road, out 'neath the stars,
Feelin' the breeze, passin' the cars."

“Güneşin doğuşuyla kalk, rüzgarla yol al
(o kız)her zaman tembel olduğumu söylerdi
evimi terkediyorum, arkadaşlarımı bırakıyorum
işler karışınca koşmaya başlıyorum
Yolda, dışarıda yıldızların altında
rüzgarı hissediyorum, arabalar geçerken.”

Bob Seger, Travelin' Man


Ne kadar özgür olduğumuzu düşünüyoruz merak ediyorum. Bana sorarsanız, özgür olma oranımız akvaryumdaki balıkla eşittir. Sadece, akvaryum daha sıkıcıdır, ama stresten kalp krizi geçirtmez.

Buraya çıkıp da ergen muhabbeti yapmayacağım şüphesiz. Sadece üstteki dizeler size bir şey ifade ediyor mu merak ettim. Yapmak istemez miydiniz, hayatınızın bir döneminde? Herşeyi terkedip yollara düşmek. İstediğiniz zaman istediğin yerde olmak? Tam da filmlerdeki gibi değil mi?

Aileden eski nesilden birisi, terkedip gidermiş evi. Sonra aylarca haber alamazlarmış ondan. Meğer bir gemiye atmış kendini, gitmiş Brezilya’ya. Sonra geri dönermiş eve. Bir süre daha evde takılıp yine kaybolurmuş. Kaybolmalarının birinde nerede olduğunu, babam sonradan öğrenir. Zamanında göz altıların yoğun olduğu bir dönemde, babamı alırlar gözaltına. Ortam gergindir. Başına bir şey geleceği kesindir. Zira o zamanlar insanların birbirlerine “kıl olmaları” için, birisinin gözünün üzerinde kaşı olması yetiyormuş(hoş şimdi yetmiyor mu?). Gergin gergin oturur. Zaman geçirmek için muhabbete başlar. Neden sonra konu demin anlattığım akrabamızdan açılır. Bunu duyan oranın "ağır abi"si, onu çok iyi tanıdığını söyler. Çok severmiş kendisini. Ağır abimizin sayesinde babam oradan sağ salim çıkar. Meğer bizim gezgin akraba kaybolma zamanlarının birinde nezaretteymiş. Ne yaptığını bilmiyorum.

Fakat yine kaybolma zamanlarının birinde, aylar sonra öldüğünü öğrenirler. Büyük anneye söyleyemezler, kadın sanar ki çocuğu hala hayatta. Ve hiç bir zaman da öğrenemeden oğlunun öldüğünü, o göçer dünyadan. En azından içi rahattır.

İlk başta fantastik gelen hikaye, sonunda acı bir hal aldı. Özgür olmak kendini özgür hissetmek iyi olsa gerek. Ama sanırım insan sevdiklerinin yanında ölmek ister. İnsan bağlılığa ihtiyaç duyar. Kendini birisine bağlamak, birisini kendine bağlamak ister... Başka birisi için, kendi özgürlüğününden feragat etmek. İşte bence sevgi budur.

Not : Dehşetle farkediyorum ki yine konudan sapmışım. Ben ne anlatacaktım?

9 Haziran 2008 Pazartesi

Welcome To The Jungle

Jungle = (ing) balta girmemiş orman. cengel. karışıklık. (Sesli Sozluk)

Guns’n Roses’dan geliyor...Welcome to the Jungle. Ama önce söyleyeceklerim var.

Tam da kendimizi bulduğumuz yerdir “Jungle”. Yanlış anlaşılmasın, psikolojik anlamda, olumlu bir “kendini bulmak” değil. “Gerçek anlamda” kendini hırsla, öfkeyle, tahammülsüzlükle, nefretle, rekabetle, kabalıkla dolu bir ortamda bulmak. Köyden kente gelen yağız delikanlılardan bahsetmiyorum. Gün gelip de ailesini terk etmek zorunda kalan bir vahşi(-leştirilecek) hayvandan bahsediyorum.

Eğer bir gün durup düşünürseniz nerede olduğunuzu, dehşete düşeceksiniz - o durum içerisinde olmayabilirsiniz, ama (büyük olasılıkla) bir gün o an gelecektir. Durun ve arkanıza bir göz atın. Eğer durduğunuz anda etlerinizi parçalayacak çekirge sürüsünü göremiyorsanız, daha zamanınız var demektir. Fakat emin olun yaklaşıyorlar. Ve onlar size yetiştiği anda ne hayalleriniz, ne idealleriniz kalır. Bu yüzdendir sanırım, insanlar ağırlık yapmasın diye yolda bir yerde omuzlarının üzerinden fırlatıyorlar hayallerini.

Bir mola... Usta Tolkien demiş ki; “Varlığını sezecek kadar yaşlanıp bezdiğimden bu yana, alegorinin her türlü tezahüründen bütün kalbimle nefret ederim”. Ben de sevmiyorum ucuz alegoriyi. Ama "usta yazar" olmayan bizlerin de kendini anlatabilme hakkı vardır değil mi? Ben de rahatsızım alegorinin yeteneksiz ellerde ucuz klişelere dönüşmesinden. Bu yüzden alegoriyi bir kenara bırakayım ve asıl anlatmak istediğim şeyi doğrudan anlatayım.

Burada ne anlattığım çok açık. PARA KAZANMAK ZORUNDAYIZ! Kendimiz için, içinden koptuğumuz ailemiz için ve ileride kökünü oluşturacağımız/oluşturduğumuz ailemiz için. Bunun için de çalışmak zorundayız. Bize parayı veren insanlar bizi ne kadar zorlarsa, o kadar çalışmak zorundayız. Ya da kendi kendimizin patronuysak, öteki devlere kendimizi yedirmemek için. Ama aslında onlar da değil, şartları yine bir şekilde bu cengel belirliyor. Bir gün durduğumuzda, tüm değer verdiğimiz şeyler tehlikeye girebilir. Evimiz, arabamız, midemiz, rahatımız, sağlığımız, ailemiz vs.

Bunları neden anlattım peki? Çünkü hayaller önemlidir. Böyle bir ortamda, hafiflemek için hayallerini atarsan; daha sonra gerçekten durma zamanın geldiğinde sarılacak bir şeylerin olmadığını göreceksin. Her zaman da bir suçlu bulunur ama değil mi? “Çok erken evlendim”, “karım çok para yedi”, “oğlum için hayatımdan vazgeçtim”, “saçımı süpürge ettim”, “değerim bilinmedi”, “anlaşılamadım” vesaire. Ben de dönüşebileceğim şeyden korktum bir an. Eğer ileride hiç istemedeğim bir şeye dönüşürsem, bahane olarak bu yazıyı göstereceğim.

Nerede kalmıştık? Hah. Guns’n Roses’dan geliyor...Welcome to the Jungle

“welcome to the jungle
it gets worse here everyday
ya learn ta live like an animal
in the jungle where we play
if you got a hunger for what you see
you'll take it eventually
you can have anything you want
but you better not take it from me “

“Cengele hoş geldin
burası her gün daha da kötüye gidiyor
bir hayvan gibi yaşamayı öğrenmelisin
ormanda, oynadığımız yerde
eğer gördüklerini arzuluyorsan
istediklerini sonunda alacaksın
istediğin her şeye sahip olabilirsin
fakat onları benden almasan iyi olur”