Peki halinden memnun mu acaba? Yüz ifadesi nasıl, merak ediyor insan. Başı pek dik değil. Kendini geliştirme kitapları okuduktan sonra, “kendime zaman ayırmalıyım, doğayla barışık olmalıyım” diyerekten kendini dağlara veren bir adam değil bu. Adı üzerinde bir gezgin, bir avare. Geziyor, sadece geziyor. Ve büyüleyici bir yer bulmuş en sonunda. Ama paylaşacak kimsesi yok. Bundan içten içe bir zevk de alıyor ama. Çünkü doğanın güzelliğini, belki de bir anlamda Tanrı'nın güzelliğini izliyor. Melankolik, belki umutsuz ama romantik bir insan. Evet tam anlamıyla romantik. Yanında gezginimizin manzarayı paylaşabileceği biri olsa, muhtemelen gezginin gördüğünü göremeyecekti. “Kartpostal gibi” diyebilecekti en fazla. Ama bu üstün güzelliği kartpostala benzetmek, aşkı yaşayıp da, “Ah, aynı gazetenin verdği aşk romanlarında anlatıldığı gibi” demek ile aynı şeydir. Kartpostal bir kopyadır ancak.
Ressam Caspar David Friedrich, öyle bir anı resmetmiş ki, resim 1818 yılında yapılmış olmasına rağmen unutulmayacak. Eğer bir gün Equilibrium filmindeki gibi duyguların yasak olduğu bir devlette yaşarsak, o zaman - Christian Bale'in canlandırdığı - bir rahip yakabilir belki resmi. Ama o zamana kadar ifade ettiği her şey ile orada durmaya devam edecek. C.D. Friedrich'in o zamanki duygusal durumuyla ve milyonlarca insana hissettirdiği sonsuz değişik duyguyla birlikte.
Pek çok şey unutuluyor, unutulduğu sanılıyor. Ama aynı bir koku duyduğunuzda çocukluğunuza ve babaannenizin evine döndüğünüz gibi, bir işaret sizi gafil avlayabiliyor. Bir şey buluyorsunuz ve o anın duygu düzlemine geri dönüyorsunuz. Örneğin bir şarkıda, bir oyuncak ayıda, küçük bir ağaç kabuğunda, bir kırmızı şarap şişesinde, peçeteler üzerine yazılmış bir aşk mektubunda, bir yıllık yazısında...
Mazi sırtımızda bir yük olarak nereye gidersek gidelim peşimizden geliyor, ama elimizde başka ne var?
Not : Yazıdaki resim Caspar David Friedrich'in, The Wanderer Above the Sea of Fog (Sis Denizi Üzerindeki Gezgin) tablosudur.