Sanat ne için var? Boş yere sıkılmayın veya umutlanmayın. Bu konuda ne araştırma yaptım, ne de size akademik bilgi vereceğim. Toplum içinde yaşayan ve sanat dallarından bazılarına ilgisi olan bir insan olarak kendi fikirlerimi yansıtacağım. Ama benim herhangi bir konudan sapmaktaki inanılmaz potansiyelimden dolayı, sanatı tek bir yönüyle inceleyeceğim.
Sinemayı ve romanları ele alırsak, bu eserler normalde yaşayamayacağımız, yaşamak istemeyeceğimiz veya basitçe daha başımıza gelmemiş bir olayı bize belli bir uzaklıktan sunarlar. Çorak topraklarda geçen ve belli metafizik/felsefi kavramlarla hem bizi susatan, hem de beynimizi döndüren bir kitap olan Stephen King’in Kara Kule serisini, eğer ben sıcak ve rahat koltuğumda, önümde bir kahve eşliğinde okuyabiliyorsam, ben derim ki bu olayın o kadar dışındayım ki, ne Silahşor’un patlayan kurşunları beynimi patlatabilir, ne de Did-o-çek (Altın Kitaplar çevirisi) yaratıkları benim kolumu bacağımı “kapabilir”.
Ama aynı zamanda Roland The Gunslinger yani Silahşor’un içine düştüğü psikolojik buhranlarının rahatsızlığını hissediyorsam, romantikliğinde bir şeyler buluyorsam ve içimde bir şeyler uyandırıyorsa, ruhsal anlamda kitaba çok da uzak sayılmam. Bu anlamda kitapların, filmlerin bize hiçbir şey öğretmediğini veya bir zaman kaybı olduğunu iddia eden kişiyle ciddi sorunlar yaşarım. Belki takla atlatmayı öğretemezler ama yabancı bir kavramı bize tanıtabilir ve bir demosunu, yani tanıtımını, yapabilirler (Rüyalar da mı benzer şeyler yaşatıyorlar sanki..?).
Stephen King’in Yeşil Yol kitabını okumadım ama filmini izledim. Yine tanrıya şükür benim boynum da, saçlarım da (elektrikli sandalyede idam prosedürünü bilenler anlayacaktır) güvendeydi. Bunun yanında “Dead Man Walking”lerin (Yürüyen ölüler. İdam mahkumlarına taktıkları isim) psikolojisini az da olsa (tekrar ediyorum, tamamen sanal bir şekilde, olayın dışında kalarak) yaşayamaz mıyız? Onların da ne suç işlemiş olurlarsa olsunlar bir hayatları olduğunu, ne kadar berbat şartlar altında olursa olsun, yine de hayata tutunmak isteyeceklerini görebiliriz.
İşte bu bağlamda bakılacak olursa, roman ve filmler bizi fiziksel anlamda tamamen dışında bırakan, kişisel anlamda ise etkimiz dışında (toplumsal anlamda bizim yarattığımız), bir gözlemci (bu kavram da çok geniş. Olaya etkisi olmayan gözlemci olamayacağı söylenir. Bu yüzden toplumsal olarak bizim yarattığımız diyorum) olarak katıldığımız ilişkiler, maceralar, psikolojik yolculuklara çıkartıyor. Bu konu üzerine bu kadar tartıştıktan sonra her filmden, kitaptan alınacak bir şeyler olduğunu söyleyebiliriz. (Amacım gerçekten bu mesajı vermek değildi, ama idare edin artık)
Bu yazıyı aslında bambaşka bir amaçla yazmaya başlamıştım. Fakat tamamlayamadım şu anda. Bari ben bu yazıyı 2 kısma böleyim ve “coming soon” ya da “az sonra!” diye bitireyim.
Esen kalınız.
2 yorum:
kesin ya bu bence. kesin bişeyler katıyor. atıyorum, sen o filmi izledikten sonra idam mahkumu olmanın falan, böyle birşeyin farkına varıyorsun. böyle birşeyi yaşamışçasına idrak edip edemeyeceğini tartışacak değilim. bilmiyorum o tarafını fakat öyle bi durum hakkında, o hal hakında, bunun nası bişey olabileceği hakkında düşünmeni sağlıyor ya. şaka şuka değil bu. o şeyin varlığının farkına vardırıyor. eğer kurguysa da o şeyi simule etmende birinci yardımcı oluyor sana mesela. var ediyor senin dünyanın içinde o şeyi. bakış açını genişletiyor, düşünme yordamına birşeyler ekliyor. güzel bişey bu. genişliyorsun, ne güzel bişey.
ama yine de yatayım ben.
laayn benim kara kule - silahşör ilk kitabı sen mi almıştın deyus? :) gleadlı roland ensende..
Yorum Gönder